12 Ocak 2012 Perşembe

Türkiyenin Sosyal Ağı; www.hocam.com

Türkiye'nin en kaliteli sosyal ağı bence. Kullanımı basit, kaliteli. ODTÜ öğrencileri tarafından hazırlanmış bir siteymiş. Üniversite öğrencileriyle bir arada, kaliteli bir sanal ortamda bulunmak isteyenlerin mekanı. Üyeler için belirli bir yaş sınırı, gerçek kişilerin üye olabilmesi açısından TC. kimlik numarası gerektiren üyelik sistemi gerçekten çok ince düşünülmüş. Platformda olmayı ben ve dostlarım gerçekten çok istiyoruz. :)

İncelemek için www.hocam.com
Üyelik için; http://www.hocam.com/uyelik.php

Etiketler:

21 Mart 2009 Cumartesi

Ubuntu 9.4 ve çifte bayram... İşte Havalı Çakal!

Ubuntu 9.04'ün (Jaunty Jackalope) alpha 6 sürümünün yayınlanmasından sonra benim gibi linux hastalarının beklediği kararlı sürüm 23 Nisan'da yayınlanacak olacağı duyuruldu. Anlayacağınız Ubuntu severler çifte bayram yapacaklar...
Ayrıca 26 Martta günü ilk demo, 16 Nisan günü Release Candidate sürümü de yayında olacak. Genel olarak 8.10 sürümü olan, bizim İnatçı Dağ Keçisi'ne benzeyen sürümde farklı olarak bazılım yazılım güncellemeleri ve sürücü iyileştirmeleri yapılmış. Genel olarak görsel değişiklik göstermeyen sürüm, arka planda daha işlevsel ve kararlı bir işletim sistemi vadediyor.
Hayırlı olsun!!!

Linux demek, özgür yazılım demektir. Bilginin evrenselliği ilkesine inanan ben, özgür yazılımları destekliyorum.
Saygılar...

Etiketler:

20 Şubat 2009 Cuma

Üstad Nef'i

Nef'i.Asıl adıyla Ömer.Türk edebiyatının en büyük kaside şairi.Çoğunuz bunun sıkıcı bir hayat hikayesinden ibaret olduğunu düşünüp okumak istemeyebilir ama yazacaklarım 17. yy Divan şairinin yaşamından ve hicivlerin birkaç nokta sadece.
Nef'î hiç kuşkusuz, hiciv dendiğinde Türk edebiyatında öne çıkan bir isim.Bunu onun "Vezin tutsun babamı bile hicvederim." sözü gayet güzel açıklıyor zaten.Söylediği gibi hicvederken kimseyi tanımıyor Nef'i, kimseyi bir diğerinden farklı tutmadan lafı gediğine koymayı beceriyor her seferinde.Zaten ölümü de bu yüzden oluyor.Hicivleriyle eleştirdiği sadrazamların da kışkırtmalarıyla dönemin padişahı, evlat gibi sevdiği" ve "onu baba gibi seven" IV. Murat'ın emriyle boğduruluyor.
Şimdi de Nefi'nin sivri diliyle yazdığı hicivlerden birkaç örnek.
Kendisine boşboğaz köpek diyen Tahir Efendi'ye:"Bize Tahir Efendi kelp(köpek) demiş. İltifatı bu sözde zahirdir. Mâlikî mezhebim zira, İtikadımca kelp tahir(temiz)dir."diyerek dolaylı bir yoldan köpek diyerek karşılık veriyor.
Dönemin müftüsü Nef'i yi öven ancak içeriğinde Nef'i ye kâfir diyen bir kıt'a söylemiştir.Nef'i de buna karşılık olarak;"Bize kâfir demiş müftü efendi, Tut ben diyem O'na müselman. Yarın vardıkta ruz-ı cezaya, İkimiz de çıkarız orda yalan."diyerek cevap veriyor.
Aşağıdaki video 4.Murat filminden Şair Nef'i ile 4.Murat'ın son konuşması.İyi seyirler.

16 Şubat 2009 Pazartesi

Psikopat, (Keith Ablow, Kitap)

Bir kitap daha,
Keith Ablow, Psikopat!

Keith Albow adındaki bu kel kafalı sevimli suratlı adam, bir kitap yazmış,
adını da psikopat koymuş. Kitap zaman zaman sizi öylesine sıkı sarıyor ki, tesirine giriyorsunuz, sanki orada öldürülen sizsiniz. Soluk soluğa okuyorsunuz. Bunun yanında zaman zaman da sıkıcı olabiliyor, hem de fazlasıyla. Ancak genel olarak kitabın akışı olumlu yönde. Özellikle katilimiz -aynı zamanda kitaptaki başrollerden birisi- ve Billy Clevenger'in mektupları insanın kendi geçmişine dönmesine sebep olabiliyor. Whitney McCormick, Billy Clevenger ve Frank Clevenger ve psikopat katilimizin etrafından dönen hikaye zaman zaman darp, şiddet, uyuşturucu gibi öğelere yoğunlaşıp sizi kaskatı keserken zaman zaman da Whitney ve Frank arasındaki aşkla sizi yumuşatıyor.

Kitabın sonlarına doğru, kitabın başındaki zevki alamamanız hayal kırıklığı yaratabilir. Hatta hikayenin sonunu saçma ve absürt de bulabilirsiniz. Ancak yine de tatmin ediciliği makûl düzede.

Psikiyatri ile harmanlanmış, psikolojik öğelere fazlasıyla yer verilmiş, insan zihni ve neler yapabileceğine dair bilgiler sunan, polisiye ve yanında olmazsa olmazı gerilimi bir arada işleyen bir kitap Psikopat.

Tavsiyedir.

Saygılar...


Mnykteam

Etiketler:

Düm Tek Tek:)

Başlığı gören herkesin de anlayacağı gibi konu bu sene Uluslararası SesYarışmasına (Eurovision) gireceğimiz tarzanca şarkı.Aslında bu, konuya girmek için sadece bir vesile.Neyse asıl konuya gelelim.Şarkıyı yazan hatun kişi bu müstesna eserde Türkçe bir kelime olmadığı iddialarına karşı çıkıyor ve 'düm tek tek' kısmının Türkçe olduğunu belirtiyor.(E bu da onun halkımıza ve dilimize bir lütfu olsa gerek).Herneyse, bunun üzerine Türk Dil Kurumu Başkanı Şükrü Halûk Akalın 'düm tek tek' ifadesinin anlamı olmadığını, klasik Türk müziğinde eskiden ritim tutmak için kullanıldığını söylüyor.Ayrıca 'Bu ifadelerin Türkiye'nin Eurovision şarkısında yer alması bir şey değiştirmiyor. Şarkı İngilizce." yorumunda bulunuyor haklı olarak.Bu ve bunun gibi tartışmalar her sene ortaya çıkıyor ama insanlarımızın çoğu hala kazanmak için her yol mübahtır felsefesiyle ingilizce şarkı olayına pek de ses çıkarmıyor.Hatta onlar için bir fark yaratmıyor zira öyle içiçeyiz ki bu dille sanki ana dilimizin bir uzantısıymış gibi geliyor bize.Tanıdık, içimizden bir dil gibi...Mevzu bu şarkı yarışması olsun ya da olmasın bir ülke bir başka ülke karşısında kendi dilini konuşmadan nasıl temsil edebilir ulusunu.Dil mevzusu nasıl böyle kolayca taviz verilebilecek bir mesele haline gelebilir.
"Türk demek dil demektir. Milliyetin çok bariz vasıflarından birisi dildir. Türk Milletindenim diyen insanlar her şeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk harsına, camiasına mensubiyetini iddia ederse buna inanmak doğru olmaz.'Ne güzel söylemiş Atatürk.Ne kadar güzel ifade etmiş.Ama bunların çoğu içi boş şeyler geliyor artık çoğumuza.
Neyse uzatmaya gerek yok.Eurovision hakkında söyleyebileceğim son şey şu:Hadise etek giyerse ilk 10'a;kısa bir etek giyerse ilk 5' e bile girebiliriz.Hepimize başarılar...

Youtube'ye Girişte En Kesin Formül

Evet,
Sonunda Youtube adlı video paylaşım sitesine girmek için kesin çözüm tarafımdan imal edilmiştir. Sadece 101 Kb. boyutuyla bir programcık aslında. Bu programcığın yaptığı tek şey, hosts dosyası değişimi. Windows sürümleri genel olarak bir siteye bağlanırken öncelikle hosts dosyasını kontrol eder ve sizin o siteye atadığınız bir IP var ise bu IP üzerinden bağlanır. Bu programın yaptığı ise sizdeki youtube.com'un IP adreslerini çözümleyerek Türk Telekom sunucularına uğramadan sizi youtube.com'a götürmektir. Kurulum esnasında, 'üstüne yazılsın mı' sorusuna Evet şeklinde cevap vermeniz gerekmektedir. Programı yanlızca bir kere çalıştırmanız yeterlidir. Yaptığı sadece dosya içeriği değiştirmek olduğundan herhangi bir uygulama çalıştırmaz, 1 kb dahi sistem kaynağı kullanmaz.
Herhangi bir Trojan, Adware, Spyware içermez. Güvenlidir. Bilgisayarınıza zarar vermez. Dosyalarınızı tahrip etmez, güvenle kullanabilirsiniz. Yine de yalnızca bu yüklemenizde değil, her yüklemenizden sonra dosyalarınızı virüs taramasından geçirmeniz şiddetle tavsiye edilir.
Az laf çok iş;

Buyrun...

Link 1
http://www.box.net/shared/8p2p3cs3c3
Link II
http://s1.dosya.tc/YoutubeA_ar.exe.html
Link III
http://myfreefilehosting.com/f/25340a4cee_0.18MB
Link IV
http://rapidshare.com/files/198872074/YoutubeA_ar.exe.html

Yükleme esnasında çıkan soruya 'Evet' şeklinde cevap vermek gereklidir.

Saygılar....

15 Şubat 2009 Pazar

Sinestezya ve Sinestezi Üzerine (Jeffrey Moore-Kitap)

Merhabalar,



Dostlarım tarafından sosyal olabilmek adına düzenlenmiş organizasyonların hiçbirine katılmayan ben, bilgisayar oyunları, dersler ve sınavlardan arta kalan zamanlarda kendimi daha fazla kitaplara vermeye çalışıyorum. Eğer okumak isteyenler varsa şu an piyasada yeni yeni kendini göstermeye başlamış olan, Jeffrey Moore'nin yazdığı, Ergin Kaptan'ın Türkçe'ye çevirdiği, April yayınlarından çıkmış olan Sinestezya'yı anlatacağım biraz, nacizene fikirlerimle beraber.



Bir kitap, o kitap ki beynimi bir daha inceleme fırsatı sundu bana. 'Lan yoksa ben de mi sinesteziğim' gibi sorular sordum kendi kendime. Sinestesi duyuların birleşmesiymiş -ki ben bu cümleden ilk başta ne denmek istendiğini pek anlamadım- ama, neyse...

Benim anladığım kadarıyla sinestezi insan beyninin garip bir biçimde çalışması. Sayılara, seslere, esyalara farklı kodlar verilmesi gibi birşey. Örneğin, kimi insanlara göre '2' rakamı uyuzun tekiymiş. Veya '9' rakamı koca kafalı bir patron olabilirmiş kimine göre.
Bazı siestezik insanlarda hafıza ileri derecede gelişmiş olduğundan, yıllar yıllar önce yaşadıkları olaylar bile zihin kütüphanelerinde tekrar tekrar işlenip gün yüzüne çıkabiliyorlar. O sebeptendir ki ben bu insanlara hayranım.. Herneyse, konumuza dönelim.

Olaylar, Noel Burun adındaki başrol kahramanımız, onun alzheimer hastası annesi, her daim mutlu, eğlenceli ve farklı olan arkadaşı JJ, eski bir film aktristi ve hoşlandığı kadın olan Arap kökenli Samira ve diğerlerinin aksine kendine güveni çok yüksek, fikirleri konusunda şovenist, yüksek egolu bir insan ve aynı zamanda eski bir yazar olan Norval'ın etrafında dönüp duruyor. Ansiklopedik bilgilerle de donatılmış olan kitap zaman zaman da bir sihirli kelimelerle yazılmış bir hikayenin akıcılığına sahip... Kitapta beğenmediğim şey ise hikayeyi anlatan rolü üstlenmiş olan Dr. Vorta'nın notları. Her yerden, her köşeden fışkırıyorlar. Demem o ki bazen sayfanın yarısı bu karınca gibi yazılarla dolu. Bir de Noel'in zihninde yarattığı şekillerin ve renklerin betimlenmesi sırasında o kadar ilginç tanımlar var ki;

'...Daha yüksek, daha güçlü bir ses araya giriyor. Uzun kısmının ortası yabanmersini renginde bir haç şekli alıyor, merkezden dışa doğru gittikçe yabanmersini rengi soluyor, haçın uç kısımları inci beyazı bir renk alıyor...'

Buna benzer bir sürü betimleme. Bazen kendimi bir yemek tarifinin içinde hissediyorum.

Bunca lafın kısacası kitabın akışına kendinizi bıraktıktan sonra, dik bir yamaçtan aşağı yuvarlanır gibi hızla yuvarlanıyorsunuz kitabın içinde. Tadı damağınızda kalabilir.

Saygılar...

Etiketler:

Piramitleri Çalmışlar


Merhaba sevgili blog,
Duydun mu len, piramitleri çalmışlar. Daha önce Türkiye'de imiş.
Çin'de var olduğu iddaa edilen, (ki aslında vardır, Kaynak: Google Earth) piramitleri Türkler'in yaptığı yalanınını anlıyordum. 'Spam' mesajlara yeni bir soluk verecekti... Ancak bugün izlediğim muhtemelen 1996 yılında o zamanki TGRT televizyonu çekilmiş olan bir video bitirdi beni. Elinde mikrofonu ile yollara düşen röportaj yapıcı insanımız (bunlara bir isim uyduramadım, pöportor:S) sokaktaki vatandaşa ''Bak görüyor musun? Eskiden o piramitler Türkiye'de bulunuyordu, ama kaçırmış Mısır hükümeti, ne düşünüyorsun bu konu hakkında?' gibi sorular soruyor. Cevaplar ilginç;

Tarihi eser önemli bişeydir, çok ayıp..
Avrupa'da oluyor mu bakın böyle şeyler, bizde denetleme yok.
Çok yazık olmuş. Vs.. vs...

Tabi roportörümüz burada devreye giriyor, bu seferki soru piramitlerin ülkeden nasıl çıkarıldıkları yönünde..
Kesin gümrükte adamları vardır, diyenler mi dersiniz...
Deniz yoluyla çıkmıştır, diyenler mi dersiniz...
Karayolu, havayolu, parça parça...
Durumun vehameti ile beynim zonklamaya başladı.
Ve beni gerçekten derinden yaralayan bir olay daha. Bahsi geçen röportajlardan birinde röportorumuz, fazlasıyla yukardan atan, piramitlerin deniz yoluyla kaçırılığı şeklinde ifadeler kullanan vatandaşa mesleğini soruyor. Aldığı cevap şu; 'Tarih öğretmeniyim.'
Güleriz ağlanacak halimize!
Aklıam hemen şu soru geliyor,
Boşuna mı okuyoruz, yoksa hiç okumuyor muyuz ne?
Cevap soruda saklı yine...
Okuyoruz, ama okumuyoruz.

Güleriz ağlanacak halimize...
Saygılar...
Mnykteam

Etiketler:

14 Şubat 2009 Cumartesi

Sevgililer gününde ayarı almak...


Bugün 14 şubat... Yaşasın tüketim çılgınlığı. Etrafımda alınan hediyelere örnekler; 160 liralık parfümler, 290 liralık cep telefonları, kazaklar, t-shirtler ve daha neler neler.
Alınmayınca kızan, darılan, küsen sevgililer vs... Zaten buna akıl sır erdirmek mümkün değil. Hediye almadı diye sevgiliye küsülür mü? Ancak bunda yeni nesilin şımarık yetiştirilmesinin çok büyük etkisi var.
Çocuk geçtiği her sınıfta ödüllendirilmeye alışır. Sınıfını geç bisiklet alacağım, sınıfını geç bilgisayarı kap, takdirname al bi tatil çalışır... Bu çeşit edimsel koşullamalara bağımlı hale gelen günümüz gençliği artık o kadar çok aşmıştır ki sevgiliyi de bir hediye makinası olarak görmektedir. Elbetteki bu şekilde düşünmeyenler de vardır, onları takdir ediyorum. Ancak benim sevgilim bana hediye almadım diye kızacaksa, kızacak olduğu kişiyle çoktan ayrılmış demektir. Ayrıca onun bana hediye almış olması da birşey değiştirmez. Onun içinden gelmiş almış, ama belki ben bir çift 'samimi ve yürekten' güzel sözün yeteceğini düünmüşümdür. param yoktu belki, alamadım. Öyle ki bütün hediyeler bana o kadar klişe geliyor ki özgün bir hediye alana kadar bekleyeceğim mesela.
Hem zaten bana göre sevgililer gününde hediyeyi herkes alır. Önemli olan özel olmayan bir günü özel hale getirmek.
Şimdi hiç sevgililer günü ticari amaçla yaratılmış bir gündür geyiklerine giremeyeceğim. Ama öyle:D

Bu arada sevgi çiçektir...

Sevgi böcektir...

Sevgi sevilen birşeydir, hem gereklidir lan!

Sevin gayri...



Saygılar...


MnykTeaM

Etiketler:

28 Ocak 2009 Çarşamba

Siyasilere Farklı Bir Bakış

Yaşadığımız dünya gerçekten de çok garip. Çoğu zaman 'Yuh artık, bu kadarı da olmaz' dediğimiz olaylar bir gün büyük bir kabak olup başımızda patladığında daha iyi anlıyoruz bunu. Ve bu garip dünyada yetişen kabakları düşünmek bile çoğu zaman hem yoruyor hem de sıkıyor insanı. Yaka düğmelerinden birini açmaya üşenen bizler de anlık yeni düşünceler yakalıyoruz zihnimizde.

Dünya garip, dedim; evet, böyle düşünüyorum. Her alanda haksızlığa uğrayabilirsiniz. Ve eğer düşünen insansanız bu fazlasıyla canınızı sıkar. Resmi bir kuruma gittiniz diyelim. Memur sizinle ilgilenmiyor. O sırada çok önemli bir görüşme için telefonda. Hemen önünüzdeki cam kafesin içinde, elindeki bir tükenmez kalemle boş bir kağıdı karalıyor. Zaman zaman size kayan gözleri yaptığı işin ciddiyetiyle pek bir umursamaz. Çünkü hanımefendi o sırada bir patron, bir rütbeli. Siz işiniz düştüğü için oradasınız.
Hadi bu sahneyi aha sonra hatırlamak için unutun şimdilik.
Bir milletvekili ile görişme yapmak istiyorsunuz. İlçenizdeki bazı olaylardan şikayetçisiniz. Uygulamanız gereken adımlar;
1-Randevu alınız. (Efendi hazretleri randevu veremeyecek kadar doluysa lütfen 2. adıma geçiniz.)
2-Tekrar randevu alınız.(Şanslıysanız 2. adımda bu işi bitirmişsinizdir, değilseniz durmak yok, yola devam!)
3- Beyefendinin ofisine gidiniz. (Belirtilen saatte orada olmanıza gerek yok. 2 saat geç gitmeniz tavsiyedir. Hatta 1-2 gün sonrası bile önerilir. Çünkü gitseniz de beyefendinin kesinlikle işi vardır.
4-Kapıyı tıklayınız. (Kapının tıklandığına ve içeriden boğuk bir 'geeeel' sesini duyduğunuza emin olunuz.
5-Önünüzü ilikleyiniz. Ellerinizi sol elinizi göbeğinizin biraz altında sağ elinizin üstüne koymak suretiyle birleştiriniz. (Solaklar tersi işlem yapmalıdır)
6-İzin istercesine bir öksürünüz, kafasını kaldırmasına dikkat ediniz.
7-Probleminizi anlatınız.(Unutmayın patron o, onu etkilemelisiniz.)
8- Birşey söylemesini beklemeden odayı derhal terkediniz.


İşte dünya garip.
Memurun maaşını veren kim?
Memur kimin için çalışır?
Milletvekilinin maaşını veren kim?
Milletvekillerini meclise sokan kim.
Seçim zamanı halka yalan manifestolar çeken, sonra 'hadi len ordan' mantığıyla yaşayan kim?

Düşün, aslında patron sensin! Vekilin maaşını sen veriyorsun, onu o pozisyona sen yerleştiriyorsun. Memur senin için çalışıyor. Ama halk patronluğunu bilmiyor. İçimizdeki güdülme tutkusu bizi öyle bir yere koymuş ki. İçimizden çıkan bizimle ilgilenmiyor.
Kaplumbağa kabuğundan çıkmış....
Patron işçisinin odasına randevu ile mi gider? Odaya girerken kapıyı mı tıklar? Önünü mü ilikler? İşçinin gözünün önünde elinde kalem kulağında telefon 'ha babam' yan gel yat taktiğini mi izlemek zorundadır?

Bir garip dünya ya, çözemedim vesselam...

Etiketler:

27 Ocak 2009 Salı

Merhaba

Evet, Merhaba;

Düşünen insanlarla birlikte olacağımı düşündüğüm bu bloga merhaba. Düşünen insanlara merhaba. Saygı dolu, sevgi dolu, dengeli ve sağlıklı sohbetlerimizi paylaşacağımızı umuyorum. Dünyanın en büyük(:P) blogu olmak yolunda hep birlikte ilerleyelim:D
Saygılar

Etiketler:

Biraz Olsun Düşünen İnsanlara Armağan Olsun! Sohbet